Bir Kelime İki Kültür; Serdab

Cadde Sokak İstanbul – 9 İstanbul’da Bozdoğan Su Kemeri altından geçmeyen yok gibidir. Unkapanı’nda yer alan bu kemerin sokaklar arası yapı devamı da vardır. Fatih İtfaiyesi’ne bakan tarafı daha sık kullandığım için su kemerinin iki yanında yer alan sokak ismi hep dikkatimi çekmiştir. İsimler şöyledir. Suyolu Sokak ve Serdab Sokak. Su yolu malum kemeri temsil ediyor, peki Serdab nedir? Bu ilginç kelime incelendiğinde iki ayrı kültür içinde barındırdığı farklı anlam ve kullanımlar karşımıza çıkmaktadır. Hem Mısır uygarlığında hem de Osmanlı zamanında kullanılan bu kelime birbirine benzeyen iki işlevi temsil etmektedir.

YER ALTI SOĞUK SU DEPOSU

Serdab; yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum demektir. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu’nun bazı yerlerinde buna “zir-i zemin” denilirdi. Hatta öyle ki Eski Türklerde mezarların altına Farsça ‘zir-i zemin’ yani ‘zeminin altı’ denilen bir mezar odası yapılırmış. Hz. Mevlana’nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş. Ayrıca Osmanlı döneminde Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen addır.

YER ALTI MEZARI

Serdab, kelimenin tam anlamıyla ‘soğuk su’ anlamına gelen ve Arapça’da kiler,mahzen anlamlarinda da kullanilan Farsça bir kelimedir. Eski Mısırda, ölen bir bireyin Ka heykelinin saklandigi oda icin kullanilir. Eski Krallık sırasında kullanılan serdab, ölen kişinin ruhunun serbestçe hareket etmesini sağlamak için küçük bir yarık ya da deliğe sahip mühürlü bir odaydı. Bu delikler ayrıca heykele sunulan hediyelerin kokularınin odadan iceri girmesine de izin verirdi. Serdab kelimesi ayrıca birçok piramitte bulunan bir tür kaplanmamış odacık için de kullanılırdı.

PİRAMİTLERİN İLK ÇIKIŞ NOKTASI: MASTABA

MÖ üçüncü binyıldan itibaren Mısır kralları kerpiçten yapılmış “mastaba” adı verilen mezarlara gömülmüşlerdir. Mastabalarda, dik bir kuyu içinde, zemin seviyesinin altında bir mezar odası bulunur. Mezar odasının tam üzerinde zemin seviyesinde dikdörtgen planlı, kerpiç ya da taştan bir yapı yer alır. Yapının doğu yüzüne ölünün ruhunun (Ka) geçebileceğine inanılan sahte kapı yapılırdı. Burası aslında küçük bir odaydı(serdab). Kapının üzerinde ölünün unvanı ve adı yazılırdı. 3. Sülale zamanında oda genişletilmiş, 4. Sülale zamanında ise oda içine bir sunak eklenmiştir. Sunak üzerine yiyecekleri sembolize eden maddeler ya da gerçek yiyecekler bırakılırdı. Ayrıca odaya ölünün heykel ve heykelcikleri konulurdu. Eğer ölünün mumyası bozulursa, ruhun bu heykellerden birinin içine gireceğine inanılırdı. Oda duvarları günlük hayattan alman resimlerle süslenirdi. Halk tabakası da mastabalara gömülürdü. Halka ait mastabalarda, oda duvarlarında ekim, hasat, bağ bozumu, hayvancılık, balıkçılık, avcılık, dokumacılık gibi işler baştan sona kadar bir film şeridi gibi (örneğin ekme, biçme, balyalama gibi) her aşaması ile resmedilmiştir. Bunların yanında oyunlar, danslar ve yelkenlilerin işlendiği sahneler de vardır. Bu sahnelerde mezarda yatan kişi, faaliyetleri bizzat yönetir şekilde gösterilmiştir. Daha sonra 6. Sülale zamanından itibaren mezar odalarında duvar resimleri yanında ölünün biyografisi de yer almaya başlamıştır. Mastabalar piramitlerin yakınına inşa edilmişlerdir.

Kaynaklar:

http://www.e-skop.com/skopbulten/mastaba-christodan-gunumuz-firavunlarina-anit/984

http://www.ekultursanat.com/tarih/eser-1696-Eski-Misirda-Mimari-

https://sanatsozlugum.blogspot.com/2013/06/mastaba.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir