İstanbul İle Bayramlaşmak

İSTANBUL İLE BAYRAMLAŞMAK

12121212

Her gün yeni bir heyecanla yaşamaya devam etmek, yeni güne başladığını bilmek, insanı mutlu ediyor. Bütün günler özel ve önemli çünkü yaşamaya devam ettiğimiz her gün bize sunulmuş büyük bir hazine diye düşünüyorum. Tabi bununla birlikte bayram günleri de geçmişten gelen çeşitli anlamlandırmalarla farklı bir hava kazanıyor.

Bayram sabahında neler yaptığınızı hiç düşündünüz mü? Ya da bir akşam öncesinden; “Yarın bayram sabahı, acaba neler yaparsam daha dolu ve güzel bir bayram sabahı beni karşılar.” diyen birisi oldu mu? Aslında farkındaysanız biz nasıl yaşamak istiyorsak, neler düşünüyorsak onları yaşıyoruz. Yaratıcımız özgür irademize hiç müdahale etmiyor. Dilediklerimize uygun şartları yaratıyor. Bayramın birinci günü her senekinden farklı olarak Fatih Camii yerine Yavuz Sultan Selim Camii’ne gittim. Seyir terası diye adını koyduğum caminin avlusundan Haliç manzarasını izleyince içimde namazdan çıkar çıkmaz İstanbul’umuzun sakin sokaklarını caddelerini göreyim isteği oluştu.

YERYÜZÜNÜ DOLAŞIN VE DÜŞÜNÜN

Ne yaptım dersiniz. Hemen çıkınca kısa bir tur yapmayı düşündüm. Vacip bir ibadetten sonra farz bir emri yerine getirmek de sanırım abes olmayacaktı. Niyetim; “Yeryüzünde dolaşın, ilk yaratılışın nasıl olduğuna bakın..” (Ankebut suresi 20. ayet) ayetinin gereğini yapmaktı. Camiden çıkanların ilk işi birbirleriyle bayramlaşmak oldu. O anda dedim ki “Bayramlaşmak halleşmektir. Birbirimizle, kendimizle bayramlaşıyoruz. Ya yaşadığımız mekânlarla, binalarla, hayatımızı devam ettirdiğimiz yerler ile bayramlaşıyor muyuz?”  Kararım netti: “İstanbul ile bayramlaşacaktım” Evet, o heyecanla seyir terasından Haliç’i bir daha gözleyip, yanaklarından öptükten sonra hemen Dolmabahçe yolunu tuttum. Neden mi? Çünkü daha iki hafta önce Dolmabahçe Sarayı’nı ziyaret etmiştim ve bayramlaşmanın Muayede Salonu’nda yapıldığını biliyordum. Hatta salonun bu bayram sabahı ne kadar da mahzun olabileceği geldi hatırıma. Çünkü geçmişte bayram sabahında, bayramlaşmanın coşkuyla yapıldığı ender bir salondu. Ayrıca bugünlerde NATO’ya ev sahipliği yapan önemli bir salon, bu sabah boştu. Biraz burulmakla beraber Dolmabahçe Sarayı ve Dolmabahçe Camii ile bayramlaştığım için bugüne kadar hiç yapmadığım bir şeyi yaptığımdan, içim içime sığmıyordu. Sonra o heyecanla eve dönüp gün içinde daha nerelerle bayramlaşabilirim ve diğer günler nereleri görürüm düşüncesi sardı.

KÂR ETMENİN FORMÜLÜ

Şu bir geçek ki; bunu önce kimseye söyleyemedim. Ama yaşadıkça, mekânların o güzel enerjilerini hissettikçe, onları da yok saymadığımızın ne kadar önemli olduğunu kavradıkça, bunu en yakın çevremden itibaren söylemeye başladım. “İstanbul ile bayramlaşalım.” Duyanlar önce şaşırdılar tabi. Ancak anlatınca, herkes; “Ben nereye gitsem de bayramlaşsam” diye sormaya başladı. İkinci günün sabahı erken saatte Adalar’a yola koyulduk. Kabataş’tan 9 seferiyle ver elini adalar. Kınalıada , Burgazada , Heybeliada ve Büyükada’sıyla muazzam bir bayramlaşma gerçekleştirdik.

Bayramlaştıkça bir şeyi fark ediyordum. Her bayramlaşmadan sonra ortaya yeni bir yer çıkıyordu. Kimisi hiç gitmediğimiz, kimisi defalarca gittiğimiz ama bu gözle bakamadığımız ender ve güzel mekânlardı. Tıpkı yaratıcının da Kuran-ı Kerim’de söylediği gibi “Şükrederseniz artırırım”(İbrahim suresi 7. Ayet). Evet, bunu bizzat tecrübe etmek kadar güzel ne olabilir? Biz bayramlaştıkça yeni yerler keşfediyorduk. Şunu da aktarmakta fayda var; lütfen bayramlaşırken imkânınız oluyorsa etrafınızı da gözlemleyin. Çok yorum yapmadan ve yargılamadan gözlemleyin.  Tabi yorum yapmamak oldukça zor bir sanattır. Koşturmacalar, telaşlı yüzler, sıra beklemek istemeyenler, ağlayan çocuklarla doluydu etrafım. Tüm bunlar olurken bir yandan da hani hep bekler ya insanlar bana birisi yardım etse en daraldığım yerde, en zor anda bana yetişse diye işte o ana, o kişiye hasret beklerken kısaca biz buna kültürümüzde Hızır’ı beklemek diyoruz öyle değil mi? Aslında beklediğimiz Hızır dışarıda değil diye düşünüyorum. Biraz yavaşlasak, etrafımıza sakince baksak aslında kendi kendimizin Hızır’ıyız. Nasıl mı? Hani bayram sabahı kalkıp aileyle bayramlaşıyorsunuz; eş, dost, akraba, komşu herkesin hatırını sorup bayramını tebrik ediyorsunuz ya. Unutmayın kendinizle de bayramlaşın.

EN ÖNEMLİ AN, EN ÖNEMLİ İŞ, EN ÖNEMLİ KİŞİ

Tüm bunları bir 100 metre koşucusu gibi mi yapıyoruz yoksa tatlı bir ahenk içinde mi? Görev duygusuyla değil de içimizden geldiği için mi bayramlaşıyoruz ona bakalım. Tıpkı Tolstoy’un “İnsan ne ile yaşar” kitabında münzevi bilgenin krala söylediği gibi: “Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur.” Ve unutmayalım İstanbul ile bayramlaşmayı. Veya her neredeysek orası ile bayramlaşmayı. Herkese iyi bayramlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir